Translate

Selçuklular etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Selçuklular etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Ocak 2010 Pazar

X.yüzyılda Semerkand yakınında yapılan en eski İslam türbesi...

Arap Ata,

Semerkand, Türkistan'ın Maveraünnehir bölgesinde Zerefşan Irmağı kenarında Orta Asya'nın en eski şehirlerinden biridir. Şehirde ilk yerleşim yeri, adını İslamiyet öncesi Türk ve İran efsanevî kahramanından alan Afrasyab Tepesi'dir. En eskisi M.Ö. binli yıllara uzanan çeşitli medeniyetlerden sonra, 8. yy.'da Afrasyab müslümanların eline geçmiştir. Bundan sonra hızla gelişen şehir 11-12. yüzyılda güneydeki ovaya inerek bölgenin kültür ve ticaret merkezi haline gelmiştir.

Semerkand, Samanîler'in (892-999), Karahanlılar'ın (840-1212), Selçuklular'ın (1038-1157), Moğollar'ın (12-14. yy), Timurlular (14-15) ve Özbekler'in hakimiyetini gördü. Sonraları önemini kaybetmeye başlayan şehir 19. yy'da Ruslar'ın istilasına uğradı. Günümüzde komünizmin çöküşünden sonra yeni kurulan Özbekistan Devleti'nin önemli şehirlerinden biri olmuştur.

Semerkand yakınlarındaki Tim'de bulunan 977/978 tarihli Arap Ata türbesi, Samanîler devrinde tuğladan yapılmış, kare planlı, kubbeli bir yapıdır.

6 Ocak 2010 Çarşamba

Kars' ın doğusundaki ünlü eskiçağ kenti...

Ani Harabeleri,


Kars, (Ermenice: Ghars veya Kars - Gürcüce dilinde kapı kenti anlamına gelen Kariskalaki)
Kars adı, M.Ö. 130-127 tarihleri arasında Kafkas Dağlarının kuzeyinden gelen Bulgar Türkler'inin Velentur boyunun Karsak Oymağı' ndan gelmektedir.


Kars'ın Merkez ilçesinde, il merkezine 48 km. uzaklıkta, Arpaçay Nehri boyunda bulunan Ani (Ermenice: Անի, Latince: Abnicum), ören yeri. 961-1045 yılları arasında BagratlıErmeni hükümdarlarının başkenti olmuştur. 11. ila 12. yüzyıla ait bazı İslam mimarisi eserlerini de barındırır. hanedanından

22 medeniyet görmüş, her uygarlık kendi döneminden eserler yapmış, bir tek Moğollar yakıp, yıkıp bu 1001 kiliseli kente zarar vermiş. Kentin adı en erken 6. yüzyılda Gamsaragan sülalesinden Ermeni beylerine ait bir müstahkem yer olarak geçer. Ermeni Gamsaragan ailesi ile Gürcü Bagratuni (Bagratlı) ailesi arasındaki uzun mücadele ikincilerin zaferi ile sonuçlanmış ve 780 yılında Gamsaragan'lar mülklerini Bagratlılara satarak Bizans ülkesine göçmüşlerdir. 



Bagratlı I. Aşot 885 yılında Abbasi Halifesi ve Bizans İmparatoru tarafından "Ermenistan Kralı/Şehinşah-ı Armen" olarak tanınmıştır. Aşot ve oğulları önce (bugünkü Tuzluca ilçesinin 8 km kuzeyinde Halimcan köyü yakınında bulunan) Bagaran kentinde, daha sonra (Akyaka ilçesinde Koyucak mevkiinde bulunan) Şirakavan'da ve Kars merkezde hüküm sürmüştür. 961 yılında 3. Aşot (953-977) başkentini Ani'ye taşıyarak burada büyük bir kentin inşaına başlamıştır.

Kent en parlak devrini 2. Smpat (977-989) ve oğlu Gagik (989-1020) döneminde yaşamıştır. Bu devirde kent nüfusunun 100.000'i aştığı rivayet edilmektedir. 1045'te Bizanslılar Ani'yi zaptedip Bagratlı devletine son verince savunmasız ve huzursuz kalan bölge, 1064'te Selçuklu sultanı Alparslan'a teslim olmuştur.
Kent, 1064 yılına kadar Bizans yönetiminde kalmış ve bu tarihte Selçuklular tarafından zaptedilmiştir. Ancak kentte Selçuklu idaresinin kurulmuş olduğuna dair bir belirti yoktur. Selçuklu fethinden kısa bir süre sonra kent ve çevresinin Kürt kökenli Şeddadî beyliğinin yönetiminde olduğu görülmektedir. Ani'deki en önemli İslam eseri olan Menuçihr Camii, 1072 yılında Şeddadî emiri Menuçihr tarafından yaptırılmıştır.

1190 yılı dolayında Zakare Mkhrgrdzeli adlı Gürcü beyi Ani hisarını üs alarak Kars ve Ahıska bölgesini kapsayan bir egemenlik kurmuştur. Bunun soyundan gelenler önce Tiflis'teki Gürcü krallarına, sonra Moğol İlhanlılar'a bağlı "atabey" sıfatıyla hüküm sürmüşlerdir. Ani'deki Hıristiyan eserlerinin bir çoğu bu devirde yapılmış veya onarılmıştır. Daha sonra kent Celayirli ve Karakoyunlu devletlerinin egemenliğine girmiş ise de, nüfusu ağırlıkla Ermenilerden oluşmuştur.


Ani 1319'daki depremde ağır hasar görmüş, daha sonra Timur tarafından ele geçirilerek tahrip edilmiştir. Buna rağmen 1535 Osmanlı-İran savaşında tamamen terkedilinceye dek, kentte bir nüfusun barındığı anlaşılmaktadır.



Dörtgen  ve daire planlı çok sayıda burçla güçlendirilmiş Ani surlarının uzunluğu 2 bin 500 metre, yüksekliği ise 8 metre kadar. üzerinde kükreyen bir aslan kabartması ve Menuçihr tarafından koydurulan kitabe-nini bulunduğu Orta Kapı (Aslanlı Kapı) yedi girişi bulunan kentin görkemli kapılarından biri. Kuzeyde ki bu kapının sağında, iki dairesel planlı burç ile korunan Çifte Beden Kapısı (Kars Kapısı), solunda ise taştan satranç tahtası bezemeli Hıdırellez Kapısı yer alır. Acemoğlu ve Mığmığ deresi (Tatarcık) Kapıları doğuya, Arpaçay’a açılır. Arpaçay yönüne açılan bir diğeri de Divin Kapısı’dır.  Arpaçay’ın karşı kıyısına ulaşan eski kervan yolu (İpek Yolu) buradaki köprüden Divin Kapısına ulaşıyordu. Suyolu kapısı ise, kentin batıya açılan tek kapısı.  Arpa Çay ve Alacasu vadilerine hakim yüksek bir kayalık üzerinde kurulan kentin en yüksek kesiminde  ilk kez Urartuların yerleştiği iç kale bulunuyor. Saddadoğullarından Ebu Süca Menuçihr tarafından 1072 yılında yaptırılan bu üç nefli caminin özellikle tavanı zengin Selçuklu motifleri ile süslü. Caminin gözcü kulesi olarakta kullanılan 99 basamaklı minaresi Ani’nin çağlarboyu süren önemli konumuna işaret ediyor. 

Bir  zamanlar uzun kervanların, çan sesleri arasında aylarca gece gündüz ilerlediği İpek yolu üzerinde ki 100 bin nüfuslu Krallar Diyarı Ani’de şimdi hüzün hakim.

27 Ekim 2009 Salı

On ikinci yüzyılda Selçuklular döneminde İran' ın Kaşan kentinde üretilen bir tür seramik...


Lakabi,
Kelime kökeni olarak eski Yunancada “yanık/yanmış madde” anlamındaki ‘keramikos’ tan gelir.

Seramik, organik olmayan kaolin ve benzeri maddelerin, çeşitli yöntemlerle şekil verildikten sonra sırlanarak ya da sırlanmadan sertleşip dayanıklılık kazanacak kadar pişirilmesidir. Bu açıdan halk arasında pişmiş toprak esaslı malzeme olarak bilinir. Bilim ve teknolojinin yanı sıra sanat dalıdır.
Kil belirli bir üretim sürecini geçirdikten sonra, sert ve deforme olmayan, bazı özel etkenler dışında hiçbir dış etkiden kolayca etkilenmeyen bir malzeme haline gelir. Seramik malzeme üretiminde, kil hamuruna belirli maddeler katarak, değişik şekillendirme yöntemleriyle, kullanılan hamurun bünyesine uygun bir pişirme ile seramik malzemeye istenilen niteliği kazandırma imkânı vardır.
Bileşiminde değişik türde silikatlar, alüminatlar, su ve bir miktar metal oksitler ile alkali ve toprak alkali bileşikler bulunan bir malzemedir. Seramik grubuna oksitler, nitritler, boridler, karbitler, silikatlar ve sülfidler girmektedir. Bazı seramiklerde iyonsal, kısmen kovalent bağ bulunabilir. Bazıları amorf, bazıları da kristal yapılıdırlar. Çok sert ve gevrektirler. Ergime sıcaklıkları yüksek (silis 1750ºC’ de alüminat 2050ºC’ de ergir), ısı ve elektriksel yönden yalıtkandırlar. Silise %6 alüminat katılırsa ergime sıcaklığı 1550ºC’ e düşer. Demir oksit ve alkali bileşikler ergime sıcaklığını daha da azaltarak 900ºC’ ye kadar düşürebilir.

Seramiğin Tarihçesi
Seramik ateşin bulunması ile ortaya çıkmıştır. İlk çağlarda balçıkla sıvanan bir sepetin bir yangının ardından yanıp direnç kazanmasıyla ortaya çıktığı söylenir. İlk seramiklerin M.Ö. 10.000 ve 9.000’lerde üretildiği saptanmıştır. Türkistan Aşkava bölgesi (M.Ö. 8000), Filistin’in Jericho bölgesi (M.Ö. 7000), Anadolu’nun çeşitli Höyüklerinde; Hacılar (M.Ö. 6000), Çatalhöyük, Beycesultan, Demirci höyük gibi.
İlk çağlarda insanlar “vine” adını verdikleri seramik kaplar içine ölülerini ve mezarlarının içine yaşarken kullandıkları kap kacaklarını koymuşlar. Mezopotamya, İran’da özellikle Mısır’da Nil Nehri balçığından yapılma tuğlalar ve Babil’in üzerine yazılan kil tabletler ilginç örneklerdir. Yunan ve Roma seramiklerinde ise en çok rastlanan form vazodur. İslam sanatının en güzel örnekleri olan seramikler İran ve Türkistan’dan Selçuklulara ve Anadolu’ya girmiştir. Osmanlı’da devam eden çini sanatı 16.yy.da İznik’teki atölyelerde sürdürülmüştür. İznik’ten sonra Kütahya (18 yy. ortaları), batı Anadolu’da ise Çanakkale merkez olmuştur.


Seramik Ham Maddeleri
Feldspat, pegmatit, tebeşir, çakmaktaşı, kuvars, kum, şamot, bentonit, kaolin.
Kil Türleri
Kalıntı killeri; plastik özelliği azdır. Ham maddesi kaolindir. Porselen yapımında kullanılır.
Çökelti killerli; ateşe dayanıklı killerdir. Artistik çalışmalar, ateş tuğlası, cam fırın ve kazanları, ocak ve fırınların iç yüzeylerinin örtülmesi için kullanılır.
Camlaşabilir killer; gözenekleri kapanan killer (kuraldışı kil) ısıya dayanıksızdırlar. 1200-1350 derecede camlaşabilirler. Bunlar; Gre seramik, inşaat tuğlası, yer karoları, lavabo vb. inşaat malzemeleridir. Ayrıca terra-cota (sırlanmamış toprak mamüller yüksek ısıda eğilip bükülmemesi istenen mamullerde kullanılır.
Kolay eriyen killer; gözenekli killer, gre seramik killeri, porselen killer.

Sır
M.Ö.5000 ve 6000’lerde uygulanmaya başlanmıştır. Su geçirmezlik ve güzel görünüm amacı ile 1. pişirimi yapılmış mamuller üzerinde bazı inorganik maddeleri eritmek yoluyla yapılır. Temel maddeleri kilde olduğu gibi silis ve alüminyum oksittir. Aralarındaki fark pişirme süresidir. Amaca ve seramiğin niteliğine göre çeşitli matlaştırıcı, opaklaştırıcı ve renk verici maddeler eklenebilir. Bunlar; çeşitli oksitler ve farkorperlerdir. Kullanılan oksitler kobalt, demir, bakır, mangan, bakır, kalay, zirkon, vanadyum vb.

13 Eylül 2009 Pazar

Eski Türk devletlerinde "kağan" ve "hakan" dan önce hükümdar anlamında kullanılan unvan...

Yabgu, Uluğ

Yabgu, eski Türk devletlerinde hükümdar anlamında kullanılan unvan. Ünvan daha çok Oğuz Türkleri tarafından kullanılmıştır. Oğuzlar kurdukları devlete de Oğuz Yabguluğu adını vermişlerdir.

Yabgu, aynı anlamda kullanılan "kağan" ve "hakan"dan daha eski bir unvandır. Oğuzname'de Oğuz'un dedesi "halkın ilk büyüğü, ilk atası" anlamında dip yabgu adıyla anılır. Hükümdar anlamında yabgu unvanının en eski kullanılışı, Büyük Hun İmparatorluğu'nda (M.Ö. 220 - M.S. 426) görülür. Teoman (Tuman) yabgu olarak anılıyordu. Hazar hükümdarları da Göktürklerin hakimiyetine girmeden önce yabgu unvanını taşırlardı. Göktürkler, "kağan" unvanını benimsediler. Bu çağlarda Bizans, Ermeni ve Gürcü kaynaklarında yabgu unvanı zibel, cebu, cibu, şekillerinde geçer. Bazı islam kaynaklarında bu unvana cibbuye, cıbguye denildi. Selçuklular, devlet kurduktan sonra hakan yerine, "sultan" unvanını aldılar; yabgu unvanı da melik karşılığı olarak "uluğ-yabgu" şeklinde kaldı.

Eski Türkler yabgu dedikleri Türk hükümdarlarına büyük saygı gösterirlerdi. İnsanlarda olmayan birtakım gizli kuvvetlerin yabgunun kişiliğinde toplandığına inanılırdı. Onların tanrı tarafından insanları yönetmekle görevlendirildiğine ve yabgularda tanrılık niteliklerinin bulunduğuna inanılırdı. Bu kutsallık, kan ilişkileri dolayısıyla bütün hanedana geçerdi.

Hanedanın erkek üyesine "şehzade prens" anlamında "tigin" denirdi. Türk devletleri hanedanın ortak malı sayılırdı. Devlet merkezinde yabgu bulunurdu. Devleti yönetmek için tiginler ülkenin doğusuna ve batısına genel vali olarak gönderilirdi. Merkezi uluğ yabguya bağlı olan doğudaki genel valiye sağın yabgusu denirdi. Batıdaki genel vali de solun yabgusu olarak anılırdı. Doğudaki yabgu batıdakine göre daha yetkili sayılırdı.

Devlet merkezlerinde ülkenin yönetiminde temel olan "kurultay" bulunurdu. Merkezdeki yabgunun başkanlığında toplanan kurultaya sağın ve solun yabguları, uluğ yabgunun karısı hatun vb. devlet ilerigelenleri katılırdı.

30 Ağustos 2009 Pazar

Mardin sokaklarındaki kemerli geçitlere verilen ad...


Abbara, karanlık, oyuk, geçit anlamında.
Abbaralar... Karanlıklar içinde ruh dinginliğinin ferah aydınlığa geçişinin simgesidir.

Müslüman, Süryani, Yakubi, Keldani, Nesturi, Yezidi, Yahudi, Kürt, Arap, Ermeni, bir dolu farklı etnik kökeni, ezan ve çan sesini yüzyıllarca bir arada yaşatmış. Bugün de sokaklarında dolaşırken hepsine rastlayabiliyorsanız.

Dünyanın kaç şehrinde sokakta yürürken bir oturma odasının altından geçebilirsiniz? Mardin abbara'ları, yani üstü bir evin odası olan tünelleri, size bu imkânı tanır. Dünyanın kaç şehrinde Sümerlerden Urartular'a, Roma'dan Bizans'a, Selçuklular'dan Osmanlı'ya onlarca uygarlık iz bırakmış, birbirinden farklı pek çok dil ve din hoşgörü içinde birarada yaşamıştır? Merdivenli, daracık sokaklarından her biri hala ya bir camiye, ya bir kiliseye, medreseye, manastıra çıkan Mardin size bunu nasıl başardığını hiç konuşmadan anlatır. Dünyada kaç şehir, 2500 yıllık bir şehircilik anlayışını kendine özgü taşı ve mimarisiyle günümüze taşır? Cevap yine Mardin'dir... Mardin'in en genci 120 yıllık olan evleri ve sokaklarıyla canlı bir tarihtir..