Translate

31 Temmuz 2010 Cumartesi

Duman çıkarmadan yanan taşkömürü cinsi...

Antrasit, (Fr. anthracite, İng. anthracite).

Güçlükle tutuşan, koku, duman çıkarmadan büyük bir ısı vererek yanan taş kömürü türüdür.
Karbon içeriği % 90' dan çok, ısıl değeri 6500 kcal/kg dolayında olan, sert, parlak, kırılgan, en yaşlı kömür türüdür. Koyu füme rengine de adını vermiştir. Antrasit rengi Koyu siyahın açığı, aynı taş kömürünün rengi gibidir.

Isınmadan çok kimyasal reaksiyonlarda indirgeyici olarak kullanılır. Doğada sınırlı miktarda bulunduğundan satışı kolay değildir. İçerdiği safsızlık çok az, karbon yüzdesi çok fazladır. Güçlükle tutuşan, koku ve duman çıkarmadan yanan bir çeşit taş kömürüdür. Katılık ve yoğunluğu diğer kömürlerden çoktur. Parmak üstünde leke bırakmaz. Kısa mavi renkli bir alevle yanar. Kalori 9.000 - 9.500 olduğu için lokomotiflerde kullanılır. Türkiye'de Kastamonu ilinde bulunan antrasit kömürleşme derecesi en yüksek, jeoloji bakımından en eski kömürdür.

Akvaryum balıkları...

Akvaryum, (Fr. aquarium), akva'ryum. Tatlı veya tuzlu su hayvanlarının ve su bitkilerinin yapay bir ortamda beslendiği ve yetiştirildiği cam su kabı, kökeni Latince su anlamına gelen aqua sözcüğü ve yer, bina anlamına gelen -rium son ekinin birleştirilmesiyle oluşan aquarium kelimesinden üretilmiştir. 

Çoğunlukla cam ya da yüksek dirençli plastik gibi saydam malzemelerden yapılan, genellikle balık olmak üzere, bazen de omurgasızlar ve ayrıca amfibyumlar, deniz memelileri ve sürüngenler gibi suda yaşayan bitki ve hayvanların tutulduğu ve daha çok bu canlıların sergilenmesi amacıyla kullanılan içi su dolu, küçük bir cam kavanozdan büyük su tanklarına kadar geniş bir yelpazede yeralan kap ve yapılar. Akvaryum sahibi olmak dünya çapında yaklaşık 60 milyon kişi tarafından paylaşılan popüler bir hobidir. Akvaryumlar antik çağlardaki bahçe havuzları ve cam kavanozlardan, çağdaş uzmanlaşmış sistemlere kadar geniş bir yelpazeye yayılır. Akvaryumun boyutları tek bir balığın bulunduğu küçük bir cam kavanozdan deniz ekosistemini tümüyle taklit edebilen devasa halka açık akvaryumlara kadar değişir. Akvaryumlarım büyüklüğü maliyet ile sınırlıdır. Genelde evlerde bulunan akvaryumlar en az 11 litre kadar su alabilir. Bu boyutlar filtreleme ve diğer temel sistemler için pratik açıdan en küçük boyut olarak nitelendirilmektedir.
 
Akvaryum Balıklarına Örnekler;

Astronot,
Anomala, 
Amano karidesi,
Agassizi,
Ateş ağız Çiklit, Ateş Kuyruk,
Bleeker (Yosun yiyici balıklar),
Beta, (Son derece kavgacı ve hırçın bir balık.),
Borelli, Bolivan Ram, Barbodes, Boraras (Cüce, Leopar)
Cam Kedibalığı, Cennet balığı,
Çiklit Balıkları( Kakadu Sayika, Limon), Çöpçü Balıkları (Benekli),
Discus-Diskus,
Festivum,
Gökkuşağı balığı,
Gürami-Colisa (İncili, Mavi iplik, Çikolata, Bal, Cüce, Portakal, Çizgili İplik,Dudaklı, Öpüşen)
Gümüş Aravan, 
Japon Balıkları,
Kakadu(Lekeli), Kılıçkuyruk, Körkafa,
Liberty (Vahşi Molly),
Lepistes (Guppy, Campoma), 
Mandalina balığı, Molly-Moli (Balon, Siyah) , Melek Balıkları, Malavi,
Neon (Tetra),
Parodon (La plata),
Piranha,
Platy (Plati), Peguen Platy,
Ramirezi,
Rubin,  Rasbora (Fener, Karaleke, Güzel kuyruklu),

Sarı prenses,
Sazan Balığı (Kanbur, Cüce, Texas, Mavi-Jamaika, Altın, Banderolen,  Küba-Gambusia)
Severum,
Salyangoz(Postacı, Elma),
Tilapia, Tilapiini, Tetra Balıkları,
Zebra,

30 Temmuz 2010 Cuma

Otomobil tekerleklerini tutturmakta kullanılan somun...

Bijon,
Somun, (Fr. saumon). 
Cıvatanın ucuna geçirilen, içi yivli demir başlık.
Otomobilde tekerleği aks miline bağlayan somun veya civata.
Düzgün montaj için aracın orijinal bijon cıvatası sıkma torklarını biliyor olmalısınız.. Bu bilgi aracın el kitabında vardır. Cıvataları sıkmak için tork anahtarı kullanın. Aşağıdaki şekilde gösterildiği karşılıklı çapraz düzende sıkın. Eğer fazla sıkılırsa cıvata sıyırabilir, bijon zarar görebilir, fren tertibatı hasar alabilir.

Yeni lastik/cantları taktıktan 50-100 mil sonra cıvataların sıkılığını tekrar kontrol edin. Özellikle frenlemeler sırasında cıvatalar hafifçe gevşeyebilir. Yine basitçe şekilde görülen sırada cıvataları bijon anahtarı ile sıkın.
 

Kan basıncı ...

Tansiyon, (Fr. Tension, İng. Blood pressure) Kan basıncı,

Kanın damarlara içeriden yaptığı basınç, kan basıncı, Kalbin vurumu sırasında kanın, kan damarlarının duvarına yapmış olduğu yaşa ve fizyolojik duruma göre değişebilen basınç. Kalbin vücuda kanı dağıtmak için kullandığı güce tansiyon denir. Tansiyonun ölçüm birimi mmhg dir. Bu basınç, 1 cm2 alanındaki cıva sütununun tabanına yaptığı basınçla karşılaştırılarak belirtilir. Örneğin bir kişinin tansiyonu 12 dediğimiz zaman, bu basınç 12 cm yüksekliğindeki cıva sütununun tabanına yaptığı basınca eşdeğerdir. Tıpta bu ölçüler, mm olarak belirtilir. Yani halk arasında 12-14 gibi cm cinsinden söylenen ölçüler tıpta 120-140 gibi, mm cinsinden ifade edilir. 

Büyük tansiyon; Kalbin sol kalpten kanı vücuda doğru pompalarken kullandığı güce denir.  Kalp kasıldığı zaman atardamarların içine kanı belirli bir basınçla pompalar. Bu sırada damar içindeki basınç en yüksek düzeye ulaşır. Bu basınca tıpta sistolik basınç, halk arasında büyük tansiyon veya birinci tansiyon adı verilir. Küçük tansiyon; Kalbin kan pompalanmasını bitirdikten sonra damarlarda ortaya çıkan basınca denir. Kalbin gevşemesiyle, damar içine pompalanan kan durur. İşte bu sırada devreye damarın elastikliği girer. Önce genişlemiş olan damar, kana bir basınç uygulayarak kalbin gevşemesi anında da kan akımını sağlar. İşte bu sırada oluşan en düşük basınca da tıpta diastolik tansiyon, halk arasında da küçük tansiyon ya da ikinci tansiyon denilir. 


Yapılan uzun araştırmalar sonucu, yaşın artışıyla küçük değişmeler olmakla beraber sistolik (büyük) tansiyon için 120 ile 140, ya da Türkiye'de yaygın söylendiği gibi 12 ile 14 arası, diastolik (küçük) tansiyon için 70-90 ya da 7-9 arası olması halinde tansiyona bağlı olarak bir sağlık sorunu riski doğmadığı belirlenmiştir.
 
Yüksek Tansiyon-Hipertansiyon;

Yapılan bilimsel çalışmalara ve Dünya Sağlık Teşkilatının tarifine göre yüksek tansiyon sınırı yaşla değişiklik göstermesine rağmen, orta yaşlı insanlarda büyük tansiyon en fazla 160 mmhg, küçük tansiyon ise en fazla 85 mmhg olmalıdır. Dinlenme halinde ve tekrar tekrar ölçümün sonucu verilenden daha yukarı rakamlar çıkıyorsa, hastada yüksek tansiyon var demektir. Yüksek tansiyon hastada çoğunlukla belirti yapmadığı halde, teşhis konduktan sonra, sebebi mutlaka açıklanmalı ve tedavisi mutlaka yapılmalıdır. Tedavisi uzun vadelidir. Tansiyonun %20’sinin sebebi bilinir. Sebebi bilinmiyor ve ortadan kaldırılamıyorsa, hayat boyu sürer. Başta şişmanlık olmak üzere, böbrek hastalıkları, hormon bozuklukları ve bazı kalp hastalıkları tansiyona sebep olabilir. Örneğin; hastada doğuştan böbrek damarı daralması varsa, ameliyatla damar ve açılır ve tansiyon hastalığı ortadan kalkar. Tansiyonda kalıtım önemli rol oynar. Fazla tuz ve kırmızı et yenmesi de tansiyona sebep olan etkenler arasındadır.

Belirtileri;
Baş ağrısı, Baş dönmesi, Bulantı, Kulak çınlaması, Burun kanaması, Kalp ağrıları.

Tedavisi;
Günümüzde tansiyon tedavisi her zaman için kontrol altına alınabilir. Az tuz, az kırmızı tüketilmelidir. Şişman hastaların kilo vermesi gerekir. Uyku düzeni olan stressiz, içki ve sigaradan uzak bir hayat tavsiye edilir. Yapılan diyet sonucu tansiyon düşmüyorsa ilaç tedavisi verilir. İlaç alınımından sonra tansiyon düzene girse bile kesinlikle doktora danışmadan ilaç bırakılmamalıdır. Yüksek tansiyonun tedavisinde kan basıncı düşürmek için özellikle diyet uygulanır ancak tansiyon çok yüksek ve organik hastalıklardan kaynaklanıyor ise, diyet ve ilaç tedavisi aynı zamanda uygulanır. Bu hastalığın kesin bir nedeni ve tedavisi olmaması, ömür boyu diyet uygulamayı gerektirmektedir. Yüksek tansiyonu şişmanlıktan kaynaklanan kişiler için en uygun tedavi şekli kilo vermektir. Yüksek tansiyonu olan şişmanlar için ilaç gerekli olduğu durumlarda yine kilo verilmeli ki böylelikle ilacın etkisi artabilsin. Tansiyon, damar setliği ve beyin kanamasının en önemli sebebidir.


Yüksek Tansiyonda Beslenme İlkeleri
Şişman kişilerde yüksek tansiyon ortaya çıkma olasılığı normal kilolu insanlara göre 2 mislidir ve şişmanların %70’inde yüksek tansiyon görülür. Yedikleri fazla yemekle daha fazla tuz almaları da tansiyonlarının daha yükselmesine sebep olur. İşte bu sebeplerden ötürü kilo vermesi şarttır. Yüksek tansiyon hastalarının günlük tuz kullanımını en aza indirilmeli (5–7 gram) hatta mümkünse hiç kullanılmamalıdır. Doğal besinlerden; yeşil yapraklı sebzeler, süt, et, yumurta, işlemmiş besinlerden; kek, bisküvi, konserveler, hazır çorbalar, ekmek, yarım yağlı margarin, zeytin, peynir, turşu, hardal, ketçap, mayonez, salata sosları en çok tuz içeren besinler olmalarından dolayı az kullanılmaları tavsiye edilir. Tansiyon düşürücü ilaçlar az tuz kullanıldığında daha tekili olurlar. Alkol kan basıncı arttıracağından ve kilo almaya sebep olacağından kullanılmamalıdır.
 

Sigaranın tansiyonu arttırıcı etkisi olduğundan kesinlikle bırakılmalıdır, böylelikle tansiyon düşürücü ilaçların etkisi de artacaktır. Fazla miktarda hayvansal yağ içeren besinler yerine bitkisel yağları (mısır özü, zeytinyağı) tercih etmek gerekir. Doymuş hayvansal katı ve sıvı yağlar yerine doymamış bitkisel katı ve sıvı yağlar tercih edilmelidir. Tansiyon çok yüksek değilse, fazla olmamak kaydıyla çay ve kahve içebilir. 


Düşük Tansiyon-Hipotansiyon;
Büyük tansiyon, 11'den aşağı düştüğü zaman tansiyon düşüklüğü vardır. Bu duruma tıp dilinde hipotansiyon denir.
Sol kalbin kanı vücuda pompalarken gerekli basıncın düşük olması demektir. Bu basınç ölçüldüğünden ilk basınç 120’den düşük, ikincisi ise, 80’den düşük olmalıdır. Düşük tansiyonun en sık rastlanan şekli ortostatik hipotansiyondur. Kişinin oturur veya yatar durumda iken nomal düzeylerde olan tansiyonunun, ayağa kalkılınca düşmesi halidir. Bu durumda bir süre için beyine daha az kan gideceği için geçici olarak denge ve şuur bozuklukları ortaya çıkabilir. Düşük tansiyona sebep olan nedenler çok çeşitlidir. Çoğunlukla insanın yapısına bağlıdır. Tansiyon düşmesi, ani ayağa kalkmalarda, beyin merkezinde ur olması durumunda, kalp adalesi zayıflaması, aort kapakçığının hastalanması gibi kalp hastalıkları söz konusu olduğu zamanlarda, böbrek üstü bezinin çalışması bozulduğunda veya hormon bozukluklarında meydana gelir.
 

Belirtileri Nelerdir ,
Baş dönmesi,  Ani bayılmalar, Terleme,  Bulantı,Yorgunluk hissi gibi yüksek tansiyondaki belirtileri gözlenir.
 
Düşük Tansiyon Tedavisi;
Tansiyon düşüklüğü insanın yapısından kaynaklanıyorsa, bu hastalara spor yapmaları (yüzme, bisiklet sürme) aynı anda sıcak ve soğuk duş yapmaları, tuzlu ayran gibi tuzlu sıvılar almaları önerilir. Diğer nedenlerden kaynaklanan düşük tansiyon ise, nedenleri tedaviye yöneliktir. Örneğin; Böbrek üstü bezinin çalışması bozulmuş ise, bu durumu tedavi etmekle tansiyonda düzelmiş olacaktır. 

Edebiyat-ı Cedide akımına tepki olarak 1910 yılında kurulan topluluk...

Fecri ati,
Fars edebi akımıdır. Akımın temelinde tabuları yıkmak; yani o günkü anlamıyla kuzey bazlı düşünce sisteminden kaynaklanan felsefeyi, edebiyata uygulamak yatıyordu.Bu topluluğu oluşturan yazarlar;


Ahmet Haşim, 
Emin Bülend Serdaroğlu, 
Şehabettin Süleyman, Ali Canip Yöntem, 
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 
Fuad Köprülü, 
Tahsin Nahit, 
Mehmet Behçet Yazar 
Fuat Yaşar

Edebiyat-ı Cedide şairleri...

Edip Harabi,  

1853 yılında İstanbul’da doğdu. Asıl adı Ahmet Edip'tir. Harabi pirinden aldığı mahlastır. Bahriye Birlik kâtibi olan Harabi ömrünü İstanbul ve Rumeli'de geçirmiştir. 17 yaşında Bektaşiliğe giren Harabi dünyadan göçüş yılı olan 1917'ye kadar bu yolun sadık bir bendesi ve yılmaz bir savaşçısı olmuştur.

Tasavvufla tasavvuf üstadlarının eserleri ile yakından ilgilenmiş, hece ve aruzla yazdığı veya irticalen söylediği deyişlerle koca bir divan meydana getirmiştir. Yunus'un sevgi ve birlik duygusuna, Nesimi' nin sertliğine, Kaygusuz'un hiciv ve istihzasına, Pir Sultan’ın cesaretine bu dünyadaki deyişlerde bol bol rastlamak mümkün

Edebiyat-ı Cedide 1896’da Servet-i Fünun dergisini çıkaran şair ve yazarların meydana getirdiği canlı bir akımdır. İmparatorluğun baskıları sonucu dağılan bu şair ve yazarlar ayrı ayrı bağlı bulundukları fikirleri yaymaya devam etmişlerdir.  Edebiyat-ı Cedide şairleri, yalnız aydınlara seslenmişler, (sanat için sanat) ilkesini benimsemişlerdir. Fransız romantiklerini, parnasyonleri ve sembolist şairleri örnek almışlardır.  

Tevfik Fikret, 
Cenap Şahabettin, 
Halit Ziya Uşaklıgil, 
Süleyman Nazif, 
Mehmet Rauf, 
Hüseyin Cahit Yalçın,

Ortaçağ' da Avrupa' da kullanılan bir şiir türü...

Lai,
Ortaçağın Batı şiir türlerinden ikisine verilen ad.,

Eski Türklerde ölen kahramanın mezarının kenarına dikilen taşlara verilen ad...

Balbal,
Eski Türklerde ölmüş kahramanların mezarları başına dikilen küçük heykel. Eski Türklerde kişinin anılması için mezarının veya bazı kurganların etrafına dikilen taş'a verilen isimdir. Orta Asya türklerinde, şamanlık dininin geçerliliğini yaygın olarak koruduğu dönemde, ölen savaşçıların kurgan denilen mezarlarının etrafına dikilmiş, savaşçının öldürdüğü düşmanları simgeleyen, genellikle bir taş parçasının üzerine yontulmuş bir elinde kılıç, figürlerinden oluşan heykellere verilen ad. Bu taşların sayısının fazlalığı ölen kişinin sağ iken; gücünün, cesaretinin, kahramanlığının da simgesidir. İslam öncesi dönemde yaygın olan balbalları, İslam dinini kabulünden sonra yerini mezar taşlarına bırakmıştır.


Kırgızistan'da Şatı ve Sarı-Bulak köylerinin arasındaki bir alanda bulunan taş balballar Kara-Batkak müzesinde sergilenmektedir. Ayrıca Tokmok şehrinin 10 kilometre güneyinde, Burana kulesi'ne yakın alandaki Burana Açıkhava Müzesinde ve Issık Göl kıyısındaki Çolpan Ata ve Karakol'da, göçebe Türklerin pek çok taş savaşçıları (balbalları) bulunur.

Balbalların 6. yüzyılda dikildiği tahmin edilir. Kırgızistan içindeki ve tüm Orta Asya'daki bu mezar işaretleri, göçebe Türk boyları tarafından dikilmiş, Kırgızistan'daki balbalların hemen hepsi Çuy Vadisinde dağılıdır.

Güney Amerika’da kullanılan, uçlarında taş gülleler bulunan uzun kayışlardan oluşmuş bir tür kement....

Bola,
Güney Amerika yerlilerinin kullandıkları uçlarında taş gülleler bulunan bir tür kement.

XX. yüzyılda bir edebiyat akımı...


Letrizm, Harfçilik,

Şiirlere yönelik bir edebi akımdır. Harfçilik manasına gelen ve lettre (harf) kelimesinden türetilen letrizm (lettrisme), ikinci Dünya Savaşı' ndan sonra görülen ve öncülüğünü Romen asıllı Isidore Isou' nun yaptığı bir şiir akımıdır. Özelliği, şiirde kelimelerin değil harflerin temel alınmasıdır. Amacı, harflerin temel alınması yoluyla farklı tarzda bir şiir yazılmasıdır. Edebiyatta klasik akımlara karşı çıkan bir karşı-akımdır.

Dadaizm ile bazı hususlarda benzerlikleri bulunan ve önemli ölçüde de bu hareketten doğan letrizm, mevcut şiir/edebiyat anlayışlarını bütünüyle reddeden ve geleneği bütünüyle yıkmak isteyen bir anlayışın ürünüdür.
 
Isidore Isou’ ya göre, “harf olmayan ya da harf olmayacak hiç bir şey tinsel olarak da var olamaz.” Harfçilik, edebiyatın yanısıra sinemayı, dansı, müziği ve resmi de etkilemiştir. Çıkış noktaları, sesleri, sözcükleri, imgeleri aynı anda topluca bir araya getirecek yeni anlatım yollarının araştırılmasıdır. Francois Dufrene, Maurice Lemaitre gibi şairler bu akımın önemli isimleridir.

Ege ve Doğu Karadeniz' de kullanılan bir gezi teknesi...

Tirhandil, (Rumca).

Yelken ve kürekle yürütülen ve genellikle Bodrum' a özgü dayanıklı ve zarif tekne türü. Bodrum' da uskuna adı verilen gulet tipi teknelerden daha önceki yıllara dayanan tekne tipidir. Türkçe bir ad olmadığı için tırhandil adının Rumca olduğu ya da Yunan dilinde trikandini adından Türkçeleştiği anlatılmaktadır.

Tırhandil veya başka deyişle Trikandini, 1/3 anlamına gelmektedir. Teknenin boyu üç ölçek ise, onun üçte bir ölçeği eni olduğundan dolayı bu adla anılmaktadır. Türkçe’ deki karşılığı 'üçebir' olarak açıklanabilir. Manevra yeteneği, denizin yüksek olduğu anlarda dalgayı başta ve kıçta aynı beceriyle yenmesi, denizciler tarafından denizci bir kayık olarak bilinir.

Tırhandil tekne tipi de kelime olarak günümüzde anılması da denizci bir uygarlık olan Karya uygarlığına dayanır. Karyalıların ünlü Bodrumlu, Gündoğanlı Skulaks kaptanına tanık olan tarih, tırhandil tipi teknelerin günümüzde de Bodrum'da imal edilmesine tanık olmaktadır.

Ege denizinde ünlü Venüs heykelinin bulunduğu Yunan adası...

Milo, Venus de Milo Antik Yunan Heykel sanatının en ünlü örneklerinden birisidir. 

Milo Venus’ü. Paros Mermeri, 202 cm, Louvre Müzesi, Paris.  Milo Venus’ü tahminen M.Ö. 130-100 seneleri arasında yapılmış, güzellik tanrıçası Afrodit’i simgeleyen eski bir Yunan heykelidir. Heykelin kolları ve kaidesi bulunamamıştır. Döneminin geleneklerine uygun bir şekilde Venüs’e bir çok mücevher takılmış, ve daha gerçekçi görünmesi için yüzeyi boyanmıştır. Fakat bugün heykel üzerinde hiç bir boya kalıntısı mevcut değildir; bilezik, küpe ve kolye gibi süslemelerden ise kalan tek işaret ise heykelin yüzeyindeki bağlama delikleridir.   Milo Venus’ü Yorgos Kentrotas adlı bir köylü tarafından 1820 senesinde Ege denizindeki Milos adasındaki harabelerde keşfedilmiştir. Fransız deniz subayı Jules Dumont d’Urville bu keşiften haberdar olunca eserin satın alınması için Fransız Büyükelçisi Charles-Francois de Riffardeau ile temasa geçmiş; fakat haber büyükelçiye geç ulaşınca köylü heykeli Sultan II. Mahmud’un Orta Doğu’daki donanmasının tercüman-rehberi Nicholas Mourousi’ye satmaya karar vermistir. Ancak Fransız Büyükelçisi’nin temsilcisi Vicomte de Marcellus tam vaktinde yetişmiş ve heykel Konstantiniye’ye doğru yol almak üzere gemiye yüklenirken satış iptal edilmiştir. Birkaç ay sonra ise Mourousi Sultan II. Mahmud’un emri ile Konstantiniye’de donanmanın önünde idam edilmiş, bir süre sonra da Fransız Büyükelçisi bu heykeli kral 18. Louis’ye hediye etmiştir.  Venüs’ün Milo’sunun on dokuzuncu yüzyılda kazandiğı eşsiz şan sadece güzel olmasından kaynaklanmamaktadır. Bu ünde, Fransız hükümetinin payı oldukça yüksektir. 1815’te Fransa, Napoleon Bonaparte tarafından ganimet olarak ele geçirilen, günümüzde klasik heykellerin en güzeli olarak tanımlananan Medici’nin Venüs’ü‘nü İtalya’ya geri vermek zorunda kalmıştır. Milo’nun Venüs’ü İtalyan hükümetine geri verilen Medici’nin Venüs’ü‘nün yerini doldurmasıi istendiği için heykel önemli bir kültürel hazine olarak sunulmuştur. Birçok sanatçı bu heykeli kadın güzelliğini bir ideali olarak algılamış olsa da, bu Fransız izlenimci ressam Pierre-Auguste Renoir’ın bu heykel hakkında ‘iri bir zaptiye’ benzetmesini yapmasına engel olmamıştır. – Károly Aliotti

Ege bölgesine özgü zeybek türü bir halk oyunu...

Gerali, (Hamçökelek).

Taşeli bölgesinin uzak dağ köyünde Gerali isminde bir kişi yaşıyormuş. Gerali'yi herkes sever sayar ve tanırmış. Gerali sonradan kendini ortaya atmış bir müddet eşkiyalık yapmış daha sonra Gerali köyünden bir kızla evlenmiş. Anası Babası; Acaba oğlumuz yola gelir eşkiyalığı bırakır da dürüst bir insan olur mu? düşüncesiyle oğullarını evermişler. Gerali bir müddet Hediye isimli kızla yaşar. Aradan 2-3 ay geçer. 

Gerali Hediye'nin üstüne bir kız daha alır. Böylece iki kadınla evlenir. İkinci karısının adı Duduya'dır. Gerali bu hanımlarıyla yaşar gider. Zaman ilerledikçe yaşam koşulları güçleşir ve hanımlarla geçinemez eksiklerine yetmez. Birine 3m kumaş alırsa öteki bayramlık ister dururmuş. Gerali dayanamaz olmuş ve sonunda işi oyuna türküye dökmüş. Döne döne oynamaya başlamış.   Oyunlara eşlik eden müzik aletleri şunlardır: Davul, Klarnet, Şişe, Keman, Bağlama, Kaşık.

Bir tür pamuklu kumaş.

Kaliko,

Pamuklu bir kumaş türü ,
Jakarlı döşemelik kumaş.
Penye iplikten bezayağı dokumalı , yumuşak, hafif, parlak pamuklu kumaştır . Bayanların elbise ve bluzlarında kullanılır.
Pamuk iplikleriyle yapılan ilk cilt bezi

Bileşik talkım çiçekli su ya da bataklık bitkisi...

Rotala, (Rotala rotundifolia).
Latince adının anlamı ''yuvarlak yapraklı bitki''dir. Ancak bu sadece bataklık varyasyonu için geçerlidir. Akvaryumlarda, Rotala rotundifolia uzun ve ince yapraklara sahiptir. Diğer Rotala türlerinin aksine daha kolay bir bitkidir. Ancak gene de kırmızı yapraklar için iyi ışık ister. Yan sürgünler vererek hızlı bir şekilde yoğun bir yapıya bürünür. Bu da ışığın alt yapraklara erişmesinin zor olacağı anlamına gelir ve bitkinin sıklıkla budanmasını gerektirir. Ayrıca Rotala indica olarak ta bilinir. Gövde üzerinden filizlerin kesilmesi yada gövdenin uzadıkça ikiye bölünmesi suretiyle kolaylıkla çoğaltılabilir.

Rotala türleri, Rotala rotundifolia, Hippuris, Mexicana, Occultiflora, Nanjenshan, Wallichii, Macrandra, Boschii,

Cardamine lyrata,
Bir bataklık bitkisidir. Ancak su altında da gelişebilen bir akvaryum bitkisi olarak ta kullanılır. Karakteristik basamaklı gelişimi bitkiyi oldukça dekoratif kılar. Bitki üzerinde suya uzanan kökler oluşur. Gruplar halinde dikilmelidir. 

Su sıcaklığının 28 dereceyi uzun süreler için aşmamasına dikkat edilmelidir, aksi takdirde, yapraklar daha küçük ve bitki üzerindeki kökler daha fazla oluşur. Ayrıca yaz aylarında bahçe havuzları için de uygundur. Keserek çoğaltmak çok kolaydır, yanlarından çıkan sürgünleri kesip kolaylıkla tekrar zemine dikebilirsiniz.

Tunus’ta bir liman kenti...

Tunus' un önemli şehirleri;
Başşehir-Tunus(Tunis), nüfusu yaklaşık 1,5 milyon. 

Bizerte (Liman kenti),
Cerbe, 
Douz,
El-Jem,El-Kaf,
Gabes,
Hammamet,
Kayrevan, Kelibia, Kafsa, Kassarin,
Manastir(Monastır),  Manuba,
Nabeul(Nabul, Nebil), Nefta(Nafta),
Sefakis(Sfax), Suse(Sousse), Silyana,
Tamerzu, Tozeur(Tuzer),Tatavin,
Zaguvan, Zarzis,

Tunus,
Tunus Akdeniz'e kıyısı olan bir Arap İslam ülkesidir. Batısında Cezayir, doğusunda Libya ve Akdeniz, Kuzeyinde de Akdeniz yer alır. Ülkenin güney kısmını Büyük Sahra Çölü kaplar. Tunus, Türk vatandaşlarına vize uygulamayan bir ülkedir. Tunus'taki halkın kökenleri Berberi halkına dayanmaktadır. Emeviler döneminde bölge hem Araplaşmış hem de Müslümanlaşmıştır. Tunus Kuzey Afrika'nın en kuzey ülkesidir. Ülkenin büyük kısmı Sahra Çölü ile kaplıdır. Ülkenin iklimi Akdeniz'e yakın olan yerlerde Akdeniz İklimi diğer yerlerde Çöl İklimidir.Kuzey Afrikada yer alan bir kıyı ülkesi. Batıda Cezayir, güneydoğuda Libya, doğuda ve kuzeyde Akdeniz ile çevrilidir. Tunus, Akdeniz bölgesinin orta kesiminde, karşısında bulunduğuİtalya Yarımadası ve Sicilya Adası ile birlikte, Doğu ve Batı Akdenizi birleştiren ve ayıran bir boğaz meydana getirir Sardunya Adasından 200 km, Sicilya Adasından 140 km uzaklıkta bulunan Tunus, Avrupa ve Afrika kıtaları arasında bağlantıyı kolaylaştırır. Kurucusu Habib Burgiba olup, Resmi dil Arapça ve Para birimi Tunus Dinarı' dır.
Kuzey bölgesi, Atlas Dağlarının Akdeniz kıyısı boyunca uzanımı olan iki dağ şeridinin bulunduğu bölgedir. Bunların arasında Mecarda Vâdisi bulunmaktadır. Bölge nadiren 1000 m'yi aşan yüksekliklere sahip olmasına rağmen dağlık olarak nitelendirilebilir. Ülkenin en yüksek noktaları olan Eş-Şenebi (1544 m), ve Zaguon (1295 m) dağları bu bölgede yer alır.

Sahil bölgesi, ülkenin Tunus şehri güneyindeki kıyı bölgesini içine alan Suse, Sifakis ve Kayrevan şehirlerinin bulunduğu bölgedir. Bu bölge kuzey bölgeden Dorsal Dağı ile ayrılır. Bölge yumuşak tepeleri, geniş ovaları ve plajları ile meşhurdur.

Güney bölgesi 34' üncü enlem dairesinden güneye geçince Gabes Körfezinin çerçevelediği geniş Cafara ve Nefta ovalarından ve Büyük Sahraya ulaşan düzlük arâzilerden meydana gelir. Buraya step ve çöl bölgesi de denilmektedir. Rakım 200 m'nin altındadır.

Yaklaşık 1200 km uzunluğundaki Tunus kıyıları genelde düzdür. Gabes Körfezinde gelgit olayı oldukça önemlidir. Deniz yükselmesi iki metreyi bulur. Akdeniz'de en yüksek gelgit olayı burada olur. Ülkenin önemli nehirleri Mecorda ve Miliare' dir.

Amerikan edebiyatında devrim yaratan “Çimen Yaprakları” adlı şiir kitabıyla tanınmış ABD’li şair. ...

Walt Whitman, Walter Whitman (d. 1819 - ö. 1892) 
ABD'li şair. Daha çok Walt Whitman olarak bilinir.

Whitman, New York eyaletinde Long Island bölgesinde doğdu. Babası marangozdu. Dokuz kardeşli ailesinin geçimi için daha çocukken çalışmak zorunda kaldı; bu yüzden okula ancak on iki yaşında gidebildi. Dünya edebiyatını daha küçükken takip etmeye başlamıştır. Tabiatı, hakikati ve şerefliliği her şeyden üstün tutardı Whitman, bu yüzden de özgürlüğe fazlasıyla önem verirdi. Marangoz, matbaacı, gazeteci ve muharrir olarak çalıştı. O, çağdaş Amerikan şiirinin en büyük temsilcilerindendir. Kendisi demokrasinin şairi, eserleri de demokrasinin Kitâb-ı Mukaddes'i olarak anılmaktadır. 1855' te yayımladığı 'Leaves of Grass' (Çimen Yaprakları) ise tam bir şok etkisi yaratmıştır. Çimen Yaprakları ölümün alegorisine farklı bir bakış açısı olarak da bilinir.

Birbirine ekli parçalardan oluşan ve kendi kendine hareket eden soyut heykel...

Mobil Heykel,

Havada kendi ağırlığı ile süzülen ve devamlı değişen bir içinde olan heykellerdir.

ABD’ li heykelci ve ressam
Alexander Calder (1898-1976), ' in geliştirdiği bir tarz olan Mobil, heykel alanına hareket kavramını sokan sanatçıdır. 1923’de Newyork’ ta sokak ve metrodaki insanların eskizlerini yapan Calder, tek bir çizgiyle hareket duygusunu yaratabilmiştir. Sirklerden de esinlenerek hayvan, akrobat ve palyaçoları işlediği desenler yapmıştır. 1925’de desenlerden yola çıkıp ilk tel heykelleri yapmaya başlamış, 1927’de devinen oyuncaklar üretmiştir.

Eski dilde ayıp, kusur...

Ab, Ayb (Arapça).
Ayıp, 
Kusur
Toplumun ahlak kurallarına aykırı olan, utanılacak durum veya davranış.

29 Temmuz 2010 Perşembe

At yarışlarında kazanan at...

Ganyan, (Fr. gagnant ).

At yarışlarında birinciliği kazanan (at). 
Bir koşunun birincisini tahmin ederek o at üzerine oynanan bahistir. Aynı koşuda eküri olarak belirlenmiş bir ata oynadığınız takdirde, ekürinin o koşudaki tüm atlarına oynamış sayılırsınız. Yazdığınız at yerine eküri atlardan birinin koşuyu kazanmasıyla da oynadığınız ganyan oyunu kazanmış sayılır. 

Yemek yeme bozukluklarından doğan hastalıklar...

Anoreksiya nervoza, 
Bulimia nervoza,
Atipik yeme bozukluğu (kontrolsüz yeme ve binge-eating disorder),

Genellikle yüksek sosyo-ekonomik düzeydeki ailelerde görülmektedir. Şişmanlıktan korkulması, genç kızlarda mankenlere özenti, gelişim sorunları, psikolojik etmenler nedenler arasındadır.Yeme bozuklukları, yediğinden suçluluk duyarak kusma, tiksinerek yememe veya bir daha yiyemeyecekmiş gibi aşırı yemeden dolayı açığa çıkmaktadır.

Daha çok genç kızlarda görülmekle birlikte aktör, manken, hostes ve dansöz gibi dış görüntüsü ön planda olan mesleklerde de ve son zamanlarda erkeklerde de görülebilmektedir. Yeme bozukluğu olan kişilerde homoseksüellik, aseksüellik, depresyon, anksiyete, kişilik bozuklukları ya da uyuşturucu madde kullanımı daha sık görülmektedir.

Vejetaryenler, atletler ve ölümcül kronik hastalığı olanlarda da yeme bozukluklarına sık rastlanır. Kalıtsal faktörler, yetiştirilme özellikleri, kültürel ve biyolojik özellikler kişinin yeme bozukluğu geliştirmesine önemli katkılarda bulunur.

Zayıflık hastalığı olarak bilinen anoreksia ve bulimia gibi yeme bozuklukları beyinde kalıcı hasarlar bırakabilmekte ve kilo kaybıyla birlikte beyin kütlesinde de azalma ve beyindeki kimyasal reaksiyonlarda değişiklik olabilmektedir.

Anoreksiya Nevroza,
Açlık hastalığı olarak da adlandırılan Anoreksiya'da besin alımına, kiloya ve zayıflığa karşı takıntılı olan kişiler zayıf olsalar dahi yemeği ve aç olduklarını redderler. Çok düşük kalorili bir diyet tükettikleri için vücut ağırlıkları zamanla azalır. Genellikle ergenlik döneminde başlamakta ortalama 17 yaş ama nadiren 40 yaşın üzerinde de görülebilmekte. 
Anoreksiyalı bir kişi,  Kilo almaktan korkar, şişmanlık onlar için kabus gibidir.Eski kilolarına yada çevrelerinde görünüm olarak beğeni kazanan kişilerin kilosuna inmek için hedef belirler,gün içinde farklı zamanlarda tekrar tekrar tartılırlar. Toplum içerisinde ufak porsiyonlar tüketirler,aç olsalar bile tok olduklarını söylerler.Kısa sürede çok fazla kilo verirler.Kabızlık ve düzensiz menstürasyon sorunları vardır,tüylenme ve saç dökülmesi problemi yaşarlar.Normal miktarda besin tükettikten sonra mide bulantısı veya şişlik hissederler.Hiperaktif, depresif, korkak ve agresif olurlar. Gitgide sosyal çevrelerini kısıtlarlarSürekli spor veya ağır egzersizler yaparlar.

Özellikle temizlik ve ders çalışma ile ilgili saplantılara rastlanabilir. Cinsel gelişimlerinde sorun olduğu gibi , cinsel isteksizlik ve diğer cinsel sorunlar da beraberinde gözlenebilmektedir.

Bulimia Nevroza,
Psikolojik kökenli bir hastalıktır.

Anormal yeme alışkanlığı ile kendini belli eder ve daha sonra kilo almayı önlemek için uygunsuz davranışlar gösterir, hasta kusar,laksatif ve diüretik ilaçlar alıp, lavman yaparak yediği yiyecekleri çıkarır. Aç kalırlar, yada aşırı egzersiz yaparlar. Genellikle ergenliğin son veya erişkinliğin ilk dönemlerinde görülmektedir.
Bulimiyalı bir kişi, Kendini iyi hissetmediği, karmaşa ve stres içerisinde olduğu zamanlarda veya diyetlerden sonra aşırı açlık duygusuyla tıkınmaya başlamakta rahatlama hissinden sonra suçluluk duygusuyla yenilen yiyecekleri çıkarmaktadırlar.
Yemekten sonra ortadan kaybolmakta ve genellikle banyoya gitmektedirler. Depresif belirtiler veya bozukluklar, %30'unda uyuşturucu madde veya alkol bağımlılığı görülebilmektedir. Mide asidinin ağıza gelmesi ile diş çürükleri, mide delinmeleri ,ellerin üzerine kusmak için zorlama sırasında oluşan diş izleri ve yaralar, adet düzensizlikleri görülebilmektedir.
Atipik yeme bozuklukları,
Fazla Yeme, kontrolsuz yeme..
Kendini kontrol edemeden yeme bir hastalık sayılmaktadır. Bulimikler gibi aşırı kalorili yiyecekler birden tüketilir ve ama vücutlarından atmazlar. Borderline bir kişilik bozukluğu sayılabilir. Bu kişilerin kimlik duygusunda, duygu durumunda ve ilişkilerinde sürekli bir tutarsızlık vardır. Çaresizlik duygularını yenmek için beden ağırlığı, biçimi ve yeme davranışları üzerinde aşırı bir denetim sağlamaya çalışırlar. Bunu başaranlarda anoreksia nervoza, başaramayanlarda ise kontrolsüz yeme nöbetleri görülmektedir.

Gece Yeme Sendromu, Binge eating.
Günlük enerjinin an azından %25'ni akşam yemeği ile ertesi sabah arasında geçen sürede almaktadırlar. Bu durum uyku bozukluklarına bağlı olabilir veya uyku apnesinin bir özelliği olarak da kabul edilebilmektedir. O nedenle bu hastalar gündüz uyuklar vaziyette dolaşırlar. Binge eating bir psikiyatrik hastalıktır,depresif bir davranış ile karakterize olmasına rağmen gün içindeki seyirleri birbirinden farklılık göstermektedir. Kontrol edilemeyen aşırı yemek yeme nöbetleri vardır ve obezlerin neredeyse %30'unda görülmektedir.  Hasta sabahleyin uyandığı zaman iyi durumdadır ve gün ilerledikçe ruhsal durumu bozulmaktadır.

Tedavi;

Yeme bozukluklarını
n tedavisi zor. Mümkün olduğunca çabuk profesyonel yardım alınmalıdır. En iyi tedavi yöntemi tıbbi, psikolojik ve beslenme konsültasyonunu içeren kombine bir çalışma ile gerçekleşmektedir. Anoreksialı kişi tehlikede olmadığına ve yardıma gerek duymadığına inanır, Bulimialı kişi ise sorunun farkındadır ama tekrar kilo alma korkusu ile tedavi görmek istemez. Tedavi süreci birkaç aydan birkaç yıla kadar sürebilir. Ancak tedaviden sonra da tekrarlayabilmesi hala bir sorun olmaya devam edebilmektedir.

Aydın' nın meşhur efeleri...

Efe; zulme, işkenceye, haksızlığa başkaldıran ve silahlanıp dağa çıkan, Kızan larıyla birlikte fakir fukarayı koruyup gözeten, zalimleri tepeleyen, ulusal çıkarları düşünerek gerektiğinde yurt savunmasına koşan yiğittir.  Efe; kızanların, zeybeklerin başıdır. Efe’ nin ekibindekilere "Kızan" denir. Kızanları Efe’ den ayıran özellik giyimde de belli olur. Efe, gümüş saat kösteği, gümüş sigara tabakası kullanır, Kızanları kullanamaz. Kızanlar, Efenin izni olmadan evlenemezler. Efe, kızanlarının babası, koruyucusu ve lideridir. Efe ile eşkıya yı birbirine karıştırmamalıdır.
Eşkiya, yol kesen, ev basan, soyguncu ve can kıyıcıdır. Çete sözü Efenin ekibine verilen ad olduğu gibi, eşkiya' nın ekibine de verilen bir addır.

Alanyalı Molla Ahmet Efe,
Aslan Yürekli Efe,
Adalı Efe,
Alim Efe,

Atçalı Kel Mehmet Efe, (d. 1780 - ö. 1830) Aydın 'ın Atça kasabasında fakir bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, ve genç yaşında dağa çıkarak zeybek olmuş, daha sonra da 1829-1830 Aydın İhtilali olarak anılan harekete önderlik etmiştir.),

Çakırcalı Mehmet Efe (d. 1872, İzmir – ö. 17 Aralık 1911, Karıncalıdağ), Çakıcı Mehmet Efe’ nin babası Çakırcalı Ahmet Efe, 1872 yılında bugünkü İzmir'in Ödemiş ilçesine bağlı Ayasuluğ Köyünde dünyaya geldi. Annesi Hatice, babası eski Zeybeklerden Çakırcalı Ahmet Efe idi.)


Çaylılı  Koca Mehmet Efe,
Çete Efe,
Danişmendli İsmail Efe,

Demirci Mehmet Efe, (1885-1959), Aydın – Nazilli’nin Pirlibey köyünde doğmuş ve yine aynı köyde ölmüştür. “Demirci” lakabını mesleği olan demircilikten almıştır.

Dokuzun Hasan Hüseyin Efe,
Durmuş Ali Efe,
Ese Efe,
Germencikli Sarı Efe,
Gökçen Hüseyin Efe,
Hüseyin Efe,
İbrahim Çetin Çavuş,
Kamalı Zeybek,
Kara Ahmet Efe,

Kıllıoğlu Hüseyin Efe,

Kozalaklı Mehmet Efe,
Kuru Köylü Ahmet Efe

Mestan Efe,
Mesudlarlı Mestan Efe,
Mursalli Ismail Efe,
Posluoğlu Mehmet Efe, Poslu Mehmet Efe,
Patağın Mehmet Efe,
Saçlı Efe,
Sancaktarın Ali Efe,
Sökeli Ali Efe,
Sökeli Caferaki Efe,
Tekeli İsmail Efe,
Tıklaç Mustafa Efe, Tuzsuz Efe,
Topal Ali Efe,

Yörük Ali Efe (d. 1895, Aydın – ö. 23 Eylül 1951, Bursa), Kurtuluş Savaşı sırasında 16 Haziran 1919' da Malgaç Baskını ile düşmana ilk darbeyi vurmak suretiyle Aydın yöresinde düşman kuvvetlerinin ilerlemesini durdurmuş olan efe.

Ege bölgesindeki bir dağın, ovanın ve akarsuyun ortak adı...

Nif, (Olympos) Dağı,  İzmir Körfezi'nin doğusunda yer alan, İzmir'in Kemalpaşa ilçesine hakim ve Bozdağlar dağ silsilesinin en batıya uzanan ucunu oluşturan 1,510 m. yüksekliğindeki dağ. Kemalpaşa’ya tarih boyunca gelin anlamına gelen “Nif” denilmiştir.Nif Dağı’nın doğu yamaçlarından kaynaklanan ve ilçe sınırları dışında Gediz Nehri’ne katılan Nif (Kemalpaşa) Çayı sulamaktadır.

İzmir (Smyrna) Körfezi’nin doğusundadır; Kuzeyinde, Sipylos Dağı ile arasında, Hermos (Gediz) nehrinin bir kolu olan Kryos’un (Nif Çayı’nın) suladığı bereketli Kemalpaşa Ovası; doğusunda, Smyrna - Sardeis yolunu güneye, Kaystros (Küçük Menderes) Vadisi’ne bağlayan ve Nif Dağı’nı Drakon (Mahmut Dağı) - Tmolos (Bozdağlar) silsilesinden ayıran Karabel Geçidi, güneyinde Torbalı Ovası yer alır.

Erik türleri...

Erik, (Alu). Gülgiller (Rosaceae) familyasından Prunus cinsinden meyvesi yenen bazı ağaç türlerinin ortak adı. Memleketimizde yetiştirilen erik çeşitleri;

Alaerik (Üryani), Albardak (Bursa yöresinde), Aynabakar,  Amerika eriği (Prunus americana),
Anjelika (Angeleno), Avrupa eriği (Prunus domestica)
Bardak, Börek eriği, Briton,
Can, Climax, Cız Eriği,
Çakal eriği (Prunus spinosa), Gülgiller familyasındandır. Diğer adları Dağ eriği, Deli erik, Delice erik, Yaban eriği, Kum eriği, Göğem.
D'Agant, Damson eriği (Prunus insititia)
Eterik,  
Formasa,
Giant,  Grandprix D'Agant,
Havran, Hamıtatlı, Hırsızçalmaz, 
İstanbul eriği, İtalyan Eriği,
Japon eriği (Prunus salicina)
Kara erik (Prunus nigra), Karagöynük, Kiraz eriği (Prunus cerasifera), Köstendil, Küpeli erik, 
Meksika eriği (Prunus mexicana) , Mürdüm Eriği,
Natal,
Oregon eriği (Prunus subcordata),

Papaz Eriği, President,
Red Kennen,  Reine Claude Violette, Reine Claude Verte, Red Heart,
Santa Roja, Simon eriği (Prunus simonii), Stanley, Sahil eriği (Prunus maritima), Stanley,
Türbe,
Üryani (Alaerik), Üzüm eriği ,
Yaban Eriği,
Zerdali eriği, 

28 Temmuz 2010 Çarşamba

Elektrik akımında yeğinlik birimi...


Amper, (Fr. ampère, İng. ampere).

Elektrik akımında şiddet birimi. A ile gösterilir. Adını 19. yüzyıl Fransız fizikçisi André-Marie Ampère’ den alır ve saniyede 1 coulombluk Elektrik yükü akışına karşılık gelir. Bir voltluk bir gerilim farkı, 1 ohmluk bir dirençte 1 Amperlik akım oluşturur.  Amper (sembolü A),

Bir iletkenin herhangi bir noktasından bir saniyede geçen elektrik yükü miktarı. Akım şiddeti birimi amperdir. Bir gümüş tuzu çözeltisinden saniyede 0.001118 gr. gümüş ayıran akımın şiddeti 1 amper (A) dir. Değişik çözeltilerden 1 saniye de 1 amper (A)’lik akım geçirilirse, değişik miktarlarda maddeler ayrışır. Örneğin, 1 amperlik akım şiddeti bir bakır tuzu’ çözeltisinden saniyede, 0.000329 gr.bakır ve nikel tuzu çözeltisinden saniyede 0.000304 gr. nikel ayırır.

V: Potansiyel farkı ( Volt ), 
R: Direnç ( Ohm ), 
I: Akım şiddeti ( Amper ).  


I =V/R
Akım şiddeti formülüne göre hesaplanır;
Q: Elektrik yükü miktarı ( Coulomb ),
t: zaman ( saniye ),
I: Akım şiddeti ( Amper ).

I=I/t

Ampermetre , Akımölçer  
Amperölçer Akımölçer.

İşittirme, duymasını sağlama...

İşma,  
İsma,

Ruhbilim...

Psikoloji,(Yunanca  psihologia: Ruhiyat, Fr. psychologie),
Ruh Bilim,  Psykhe=ruh ve logos=bilgi kelimelerinin birleştirilmesi ile türetilmiş bir sözcüktür ve bir grubu, bir bireyi belirleyen hareket etme, düşünme, duygulanma biçimlerinin bütünüdür.

İnsan ruhunun, özünü, değişik durumlarını inceleyen, duyum, coşku ve düşünme gibi olguların kurallarını bulmaya çalışan bilim dalıdır.  Psikolojik sözcüğü ilk olarak Alman filozofu Wolff (1676-1754) tarafından kullanıldıktan sonra önem kazanmıştır. 1879 yılında Alman bilim adamlarından Wundt, Leipzig Üniversitesinde ilk psikoloji laboratuarını kurdu. 1885 yılında da Amerika'da ilk psikoloji laboratuarı kuruldu. Önceleri psikoloji ile uğraşan bilim adamları insanın düşünce ve duygularını açıklamak için yaptıkları çalışmalarda «ruh»u bu çalışmalarının temeli olarak benimsiyorlardı. Günümüzde bu temelin hiç bir bilimsel yanı olmadığı ortaya çıkarılmıştır. Ruh nesnesiz, soyut bir kavramdır. Oysa ki, modern psikoloji ruh hallerinin, bilinç görevleri denilen işlemlerin maddi, somut temellerine dayandığını ortaya çıkarmıştır.  Psikoloji bilinç durumlarının incelenmesidir. Herkes üzülme, sevinme ve düş kurma gibi ve bunlara benzer olayların kendisinde bulunduğunu hisseder ve başkalarında da bu olayların meydana gelip gelmediğini ancak bu insanların dışa vurduğu belirtilerden anlar. Bunlara psikolojik olaylar denir. Psikoloji dıştan tepkiler ve davranışların çözümlenmesi ile incelenir.  Psikolojik olayların başlıca özellikleri insanın bunları kendi kendine anlayabilmesi ve belirtileriyle ölçebilmesidir. Psikolojik olayların incelenmesinde başlıca iki metot kullanılır:  İçe bakış metodu. Objektif metot.  1 İçe bakış metodunun gerçekleştirilmesi çok güçtür. Çünkü elde edilen sonuçlar ancak tek bir insanda meydana gelen ruh olaylarını gösterir. Bu metoda yardımcı olarak anket metodu kullanılır ve tek tek insanda görülen sonuçlar birleştirilip genelleştirilerek tüm insanlara mal edilir.  2 Objektif metot ise çeşitlidir. Bu çeşitleri şöyle sıralanabilir: Fizyoloji metodu, Psikopatoloji metodu, psikanaliz metodu, karşılaştırmalı metot, toplumları inceleme metodu, psiko-fizyolojik ve psikolojik laboratuar ve test metotları.

Dişlemek, ısırmak...

Dalamak,
Köpek, kurt vb. hayvanlar dişlemek, ısırmak,
Isırmak, yaralamak, sokmak.

Yağ Tavası...

Elice,
Yağ tavası, Kazan,
Küçük yağ tavası.
Sapı uzun tavalar,

Tahtadan yapılmış büyük sofra...

Çitne,
Peskin,
Salas,

Dövüşler için gladyatör yetiştiren, kiraya veren ya da satan kimse...

Lanista,

Latincede, kılıç anlamına gelen “gladius” kelimesinden türemiş olan gladyatör kelimesinin tarihi Etrüsklere kadar dayanır. Gerçekten de Orta İtalya’da yaşayan Etrüsklerden kalan bazı eserler üzerindeki tasvirlerde gladyatörlerin kılıçla dövüştükleri görülmektedir. Zaten gladyatör dövüşleri Etrüsklerin savaşlarda yitirdikleri kişilerin onuruna düzenledikleri cenaze törenlerinde düşman savaş esirlerini dövüştürerek, ölülerin kanına karşılık düşman kanı akıtma geleneğine dayanır .

Roma’daki ilk gladyatör gösterisi İ.Ö. 264 yılında Brutus Pera adında birinin ölen iki oğlu Marcus ve Decimus’un cenaze töreni sırasında üç çift gladyatörü dövüştürmesi ile olmuştur. Ağır silahlarla donanmış gladyatörlerin başında, adını bir İtalya kabilesinden alan Samniumlular gelir, hoplomacus ve secutor da bu kategoridendir. Hafif gladyatörler ise, Galyalı, Trak, Scutari gibileridir. Bunların en ünlüsü, ağ, hançer ve üç dişli çatalla dövüşen retiarus'tur. Gladyatör türlerinin çoğunlukla etnik adlar taşıması, bu türlerin bu etnik savaşçılara bakılarak oluşturulduğunu işaret eder, zaman içinde gladyatör türlerine mensubiyetin hiçbir etnik bağlantısı kalmamıştır. Örneğin aslen bir Trak olan ünlü Spartacus, Trak türünde değil Retiarius türünde dövüşmüştür. ve İ.Ö. 73 yılında Capua’daki gladyatör okulunda başlayan Spartacus isyanı olmuştur. Bu isyanın ardından gösteri gruplarındaki ( familia gladiatoriae ) köle sayısı İ.Ö. 65 yılından itibaren senato tarafından saptanmaya başlanmış ve bir grupta en çok üç yüz gladyatörün bulunabileceği kararlaştırılmıştı. Hatta daha sonraları gladyatörlerin bir arada yemek yemeleri dahi yasaklanmıştı. Devletin gladyatörler üzerinde uyguladığı bu sıkı denetim önceleri “consül”ler tarafından yürütülürken daha sonra Roma kentinin yönetiminden sorumlu olan “praefectus”a devredilmiştir .

Gladyatör okullarını ( ludus ) kuran kişilere antrenör ( lanista ), gösterileri düzenleyenlere ise organizatör ( editores ) denirdi. Bir kişi hem lanista hem de editor muneris olabiliyordu. Gladyatör okuluna alınan bir kişi dahil olacağı gladyatör sınıfına göre bir eğitmene ( doctor ) verilirdi. Doctor’lar genelde deneyimli gladyatörlerdi. Adaylar, rudis adı verilen ağaçtan yapılmış bir kazığın ( palus ) önünde çalışırlardı. Bu arada yanlarında kendilerine bazı teknik bilgiler veren dictata adlı yardımcılar bulunurdu.

Etkisini artırmak için anlamın bilerek ve isteyerek kapalı bırakılması ...

İpham, (Arapça).
Belirsizlik, kapalılık.

Resmi sulandırılmış renklerle boyama ya da gölgeleme biçimi...

Lavi Tekniği,
Sulandırılmış tek renkle ya da mürekkeple yapılan çalışmadır.Suluboya tekniğine yakındır. Temel maddesi Çini mürekkebi, is mürekkebi ,sepya ya da su katılmış başka boyadır.Kullanılan boya genellikle siyahtır.İkinci bir boya mavi yada yeşil kullanılabilir.  Karton yada resim kağıdına çalışılır. Kalın ve suya dayanıklı kağıtlar seçilmelidir. Kağıdın buruşmaması için resim altlığına çalışmadan önce sabitleştirmek gerekir.

Ortaçağ rahipleri mürekkep kullanımında öncülük etmişlerdir.Dürer'de suluboya,desen çizgilerine daha fazla güç ve duyarlılık katmıştır.Lavi tekniği ile Sandro Botticelli ve Leonardo de Vinci gibi 15. yüzyıl italyan ressamları kullanmıştır.  Rönesans boyunca teknikler ve yöntemler daha da gelişmiştir.Bu ressamlar boyalı kalem ,suluboya ve mürekkeplerden yararlanmışlardır.  16. yüzyılda Venedikliler, 17. yüzyılda Poussin, Claude Lorrain, Rembrant, Rubens ve 18. yüzyılda Fragonard bu tekniğin ustaları arasındadır.  Özellikle manzara resmi için uygunluğu kabul edilmiştir.Bu uygulamayı yaparken, tek renk suluboya da kullanılabilir. Kâğıda konu çizilir. Hafifçe nemlendirilen kağıt yüzeyi, kenarlarından bantla tutturulur. Önce, açık ve geniş alanlar boyanır. Yüzey, kurumadan ve sulandırılarak tonlama yapılır. Bu teknikte suyun yardımıyla siyahtan beyaza kadar pek çok ton elde edilir. 

"Keseli Ayı" da denilen ve Avustralya' da yaşayan bir hayvan...

Koala, Kuskusgiller (Phalangeridae). 

Keseli Ayı, Otçul ve ağaçta yaşayan bir memeli türüdür. Güney Avustralya koalaları 20. yüzyılın ilk dönemlerinde geniş çaplı katliama uğradı. Koala, Tazmanya ve Batı Avustralya'da bulunmamaktadır. Koala kelimesi Dharuk dilindeki gula kelimesinden gelmektedir. Görünüşü oyuncak ayıya benzer. Tıknaz vücutlu, uzun ve tüylü kulakları, siyah burnu ve gözleri vardır. Kırçıl renkli ve kuyruksuzdur. Okaliptüs ağaçlarının yapraklarıyla beslenir. Yavrusunu karnındaki kesesinde veya sırtında taşır. 


Avustralya’da yaşayan, oyuncak ayıya benzeyen yavaş hareketli küçük bir memeli. Keseli ayı olarak da bilinir. Ayıya benzemesine rağmen ayıyla bir akrabalığı yoktur. Kuyruğunun olmaması, geniş tüylü kulakları, vücuduna göre iri siyah burnu ve gözleri önemli özelliklerindendir. Sevimli bir görünüşü vardır. Boyu 50 cm ve ağırlığı 9 kg. kadardır. Avustralya’da Sydney’in 80 km içerilerinde mavi dağların yamaçlarındaki sert yapraklı okaliptüs ağaçlarının bulunduğu ormanlarda yaşar. Ön ayaklarının iki parmağı, diğer üçünün karşısında bulunduğundan ağaç dallarını rahatça kavrar. Okaliptüs ağaçlarının körpe filiz ve yapraklarını yemek için genellikle gece çıkarak yüksek dallara tırmanır. 

Barsağında bulunan bazı sindirim bakterileri sert yaprakları hazmetmesine yardım ederler. Kürkü su geçirmediği için çok avlanan bu hayvanın nesli tükenmeye başlamıştı. Avustralya hükümeti bunun üzerine 1936 yılında koala avını yasaklayan bir kanun çıkardı. Doğup büyüdüğü ormanların dışında yaşamayan koalalar, üç yüzü aşkın okaliptüs türlerinin içinde hangisinin yapraklarının zehirli olduğunu kolaylıkla ayırabilmektedirler. Koalalar ekim-ocak ayında çiftleşir. 35 günlük gebelikten sonra 0,3 gr ağırlığında, 2 cm boyunda bir tek yavru doğurur. Yavru aşağı yukarı 4 ay kadar annesinin karnındaki kesede kalarak süt emer. Çok geç büyür. Altı ay sonunda kürklenmeye ve dışarı ile ilgilenmeye başlar.

Daha sonra annesinin sırtına tırmanır. Annesinin sırtında gezen yavru, aradan bir yıl geçmesine rağmen kendine bakacak hale gelmez. Kese içindeki memelerden emmek için zaman zaman aşağı sarkar. Okaliptüs ağacının sert yapraklarına alışmak için, annesi tarafından yarı sindirilmiş yaprak dışkılarını yer. Devamlı anne sırtında taşınan yavru ancak dört sene sonra erginleşir.

Koala 20 yıl kadar yaşar. Hiç su içmediği fikri yanlıştır. İyi yüzer ve çukurlarda birikmiş yağmur sularını içer. Okaliptüs ve mavi sıtma ağacının yapraklarıyla karnını doyuran koalalar bir korudan diğerine geçince uyum sağlayamadıklarından ölürler. Avustralya’nın Queensland ve Victoria eyaletinde az miktarda yaşamaktadır.