Translate

27 Aralık 2009 Pazar

"Tahtacılar" da denilen bir Türkmen topluluğu...

Ağaçeriler,

Ege ve Akdeniz bölgelerinin ormanlık yörelerinde yaşayan ve ağaç işçiliğiyle uğraşan Alevi Türkmenlerdir.

Fatih döneminden sonra Ormancılık faaliyetleri nedeniyle dağlık ve ormanlık (Toroslar, Ege dağları vs.) yörelere yerleştirilmiş Türkmenlerdir. O yüzden bu isimle anılırlar. Ataları, Oğuz boylarından Ağaçeriler'dir. Timur Türkistan ve Horasan'ı egemenliği altına alınca,yurtlarını terk etmek zorunda kalan Ağaçeriler'in bir bölümü İran'a, çoğunluğu da Anadolu'ya yerleşti. Moğolların Anadolu'yu işgal etmesi üzerine, buraya gelmiş olan Ağaçeriler bu kez Suriye ve Irak'a göç ettiler. Bunların bazısının, Timur'un ölümünden sonra 1405 yeniden Anadolu'ya döndüğü ve sonradan Tahtacılar olarak anıldığı kabul edilir. Fatih Sultan Mehmet'in, İstanbul'un fethi sırasında kullanılan gemilerin yapımı için, Balıkesir'in Kaz Dağları'ndaki köylerden Tahtacıları getirdiği bilinir. Yavuz Sultan Selim, Çaldıran'da Safevi Devleti'ni yenince hanımının da etkisi ile Alevi kıyımına başladı. Anadolu'daki Tahtacılar da o zamandan cumhuriyetin ilanına kadar Dağların en yüksek en uç bölgelerinde gizlenerek yaşamaya devam etti.

Edremit Kazdağı Tahtacı Türkmenleri' ni oluşturan bir çok oymak var. Çoğunluğunu “Ağaçeri Türkmenleri” oluşturur. Bu topluluk, Oğuzların Üç-ok kolunun Günhanoğulları boyundan Çepni Türkmenleri’ dir. Kökenleri Horasan’a dayanır. Bazı belgelere göre, Horasan, Bağdat, Musul, Mardin, Maraş üzerinden Adana çevresine gelmişler.

Yine bir anlatıya göre, Hz. Muhammed’in torunlarından İmam Rıza, Horasan-Meşhed yakınlarında Türkmen obalarında saklanmış. Bir Türkmen kızı ile evlenmiş. Bu Türkmen kızından üçü kız, ikisi erkek beş çocuğu olmuş ki bunlardan biri Ekber Şahmış. Ekber Şah’ın eşi Nevbahar’dan Buruk Çavuş ve Durhasan Dede doğmuşlar. Tahtacılar Buruk Çavuş sülalesindenmiş, buradan batıya dağılmışlar.

Bir başka anlatıya göre, Anadolu’yu yurt tutmak için birkaç yüzyıl içinde Güneydoğu Anadolu’da yığılan Tahtacı Türkmenleri önceleri Adıyaman, K. Maraş, Elbistan, Malatya çevresinde göçebe topluluk oluşturmuşlar. Bu bölgeleri yurt tutmuşlar. 1240 yılında Baba İshak çevresinde toplanıp Selçuklularla savaşmışlar. 1257 yılına kadar bu çevrede etkin olmuşlar. 1257 yılında Keykavus’un veziri Ali Bahadır, Ağaçeri reisi Cuti Bey’i esir alınca etkinlikleri kırılmış.

Kazdağı Tahtacı Türkmenleri’nin geçmişiyle ilgili türlü söylenceler var. Toroslarda yaşıyorlarken Fatih Sultan Mehmet’e gemi kerestesi biçmek üzere İda Dağı’na (Kazdağı) davet edilen Ağaçerilerinin torunları olduğuna ilişkin söylence en kuvvetlisi. Tahtakuşlar Köyü’nde Özel Etnografya Müzesi bulunan Alibey Kudar’in Sarıkız Efsanesi Rehberi’nde bu görüş üzerinde durulmakta. Bir başka söylenceye göre, Kazdağı’nın Tahtacı Türkmenleri; Karesi Beyliği zamanında “Ece Halil” kumandasında Dobruca’dan Gelibolu-Çardak yoluyla gelip Kazdağı Türkmenleri arasına yerleşen Saltuklu Türkmenleri’ymiş.

Alevi inancına bağlı olan Edremit Kazdağı Tahtacı Türkmenleri; duaları (gülbankları ve tercümanları), adakları, hayırları, dünyevi gereksinimleri dile getiriyorlar. Murat için kurban vaat ediyorlar. Mezarlıkta kurban kesiyorlar, dilek için ağaç dallarına, türbe kapılarına çaput bağlıyorlar. Yeni doğan çocuk için kurban kesmek, ölülerin canı için aş pişirmek benzeri gelenekleri Türklerin şamanlık döneminin izlerini taşımakta. Diğer yandan eski Türkler gibi dişi hayvan kurban etmemeleri, ölenlerin ardından kırk gün süren yasları ve cenaze törenleri; yine Şamanlık dönemlerinden kalma olsa gerekir.

Kazdağı tahtacı Türkmenleri’nde keçeden yapılmış çadıra “topev”, birkaç top eve ise “alaçık” denilmekte. Tepe saçına “tamrıt”, ağabeye “ede”, yengeye “gelinbi”, hala’ya “bibi”, anneanneye “eci”, babaanneye “ebe”, yakın arkadaşlara “agi”, erkekler yakın arkadaşlarına “akış”, kızlar yakın arkadaşlarına “nöker-nöküş”; çocukları mart güneşinden korumak için pul, mavi boncuk, veya kırmızı, yeşil, sarı, mavi iplerle yapılan salkıma “yazgara”, köşeye “döngüş”, iki omuz arasına “çeğin”, cam bardağa “pıtır”, çamın öz suyunun bulunduğu iç bölüme “gamalak” adı verilmekte.

Edremit Kazdağı Türkmenleri ile ilgili onlarca efsane anlatılır. Bu efsaneler içinde en ünlüsü, Sarıkız efsanesi. Bu söylencenin pek çok varyantı var. Öykülere, filmlere konu olmuş bu varyantların her birinde, Edremit yöresinin bir yerleşim alanının nasıl ad aldığını da öğreniriz.
İşte bunlardan birisinin özeti şöyle:
Bir zamanlar, Edremit’te dünya güzeli bir kız yaşarmış. Gören herkes, onunla evlenmek istermiş. Ancak o, ilâhî aşkla yanan bir evliya derecesinde olduğu için bunları kabul etmezmiş. Sonunda kızın namusuna iftira etmişler. Bunu duyan babası, kızını cezalandırmaya karar vermiş ve onu, kazlarını güttükleri dağda ölüme terk etmiş. Her nasılsa kız ölmemiş. Köylüler kızın yaşadığını öğrenmişler. Babası dağa çıkıp kızının kerâmetlerine tanık olmuş. Kız, kar ve fırtına içindeki dağı bir ışıkla bahar haline çevirip, babasının aptes alabilmesi için denizden su almış. Kızının kerametlerini gören baba, onu köye götürmek istemiş; ama Sarıkız “Ben Edremit’e kazları yağlı, kızları sevdalı olsun diye beddua ettim” deyip dağdan inmemiş.
Sarıkız’ın ve babasının Kaz Dağı’ndaki mezarları her yıl düzenlenen etkinlik kapsamında ziyaret edilmekte.
Bir başka varyant ise şöyle: O zamanlar, köy olan Akçay’la Altınoluk arasında bulunan, kaplıcasıyla ünlü şimdiki Güre Beldesi’nde güzeller güzeli bir kız, babasıyla birlikte yaşar. Babası hacca gidince onu elde edemeyen köylüler iftirada bulunurlar.
Babası kızını cezalandırmak için kazlarıyla birlikte dağa götürür ve orada bırakıp geri döner. Sonunda gerçeği öğrenen babası, dağa, kızının yanına gelir.
Sarıkız, babasına aptes alması için hem denizden tuzlu su, hem de parmağıyla yerden tatlı su bulunca babası kızının erdiğini anlar. Kız ise köye dönmeye razı olmayarak beddua eder: “Ben orada iftiraya uğradım. Oranın erkekleri gür, kadınları dul olsun dedim” der. İftiraya uğradığı yerde Güre Köyü kurulur.  Babası çaresiz, köye dönerken kayalıklardan düşer ve ölür. Sarıkız, kazlarıyla dağda yaşamaya devam eder. Köylüler, susuz kaldıkları bir gün Sarıkız’a yalvarırlar. Sarıkız da “Ak çay!” diyerek çayı akıtır ve oranın da adı “Akçay” olur.

Hiç yorum yok: